Kararsızlık
duygusundan nefret etmeyen biri var mıdır bilmiyorum. Bir yandan
doğru olan ısrar ederken, diğer yandan istediğinizi çekersiniz
içinize. İkisi de size yakındır aslında, fakat bir o kadar da
uzaktadırlar. Ulaşılması güç... Çünkü herhangi bir fikriniz
yoktur, bir şeyleri mahvetmekten korkuyorsunuzdur. İstediğinizden
vazgeçemezsiniz, yalanlara daha fazla tahammül edemezsiniz bir o
kadar da. Sonuçta converse rahattır ve iyi görünür, ancak
ortopedik bir ayakkabı sizin için daha doğrudur. Aslında şuanda
kimsenin ayak yapısının ileride bozulacağını sanmıyorum ama
bazı durumlarda ileri yaşlardan ziyade yakın gelecek zaman önemli
oluyor. Çoğu şey için geçerli olan bir durum.
Böyle
yazılar yazarken hep ya güneşin hafiften gülümsemeye başladığı
zamanları tercih ediyorum çünkü istemiyorum. Güneşi
istemiyorum, rahatsız edici buluyorum. Kış olsaydı, minik bir
esintinin arasından çiseleyen yağmur olsaydı çok daha çekici
olmaz mıydı? Olmazdı derseniz orası sizin kararınızdır sonuçta
bunlar zevk meseleleri.
İşte
dediğim gibi, doğru olan güneş ama ben yağmuru istiyorum.
İhtiyacım olan vitamini yanlış yerlere saptırıyorum. Eskide
kalan bana bakacak olursak; doğruyu yanlışı düşünmeden
istediğine yönelirdi. Bu açılardan eski beni özlüyorum. Çünkü
bu işler ciddi anlamda çok karışık. Afedersiniz, çok ciddi
anlamda afedersiniz ama bu karışıklığa düşünce bütün
dünyayı elden geçiresim geliyor. “Bir girişimde bulunacaksanız,
kararsızlık kapılarını kapatın.” demiş Nietzsche. Benimki
artık nasıl bir kapıysa kapanamadı gitti. Yağlamanın zamanı
geldi belki de ama iyice düşünmeden de bir yere varmak
istemiyorum. Belki de bütün problem korkudur. Yanlış yapma
korkusu.
Fazla
uzatmak istemiyorum çünkü saat 05:20, ben November Rain dinlerken
bir yandan da saat 9'da nasıl kalkacağımı hesaplamaya
çalışıyorum. Özetle; yıkılması gereken kararsızlık
duvarlarını kafamda uygunsuz pozisyonlara girişen fillerle
bağdaştırıyorum. Filleri ayaklandırmayın. İyi sabahlar, bol
kararlı günler sizinle olsun.