Yazım tarihi : 02/03/2016
Kendimi bir yere acelesi olan ufak bir salyangoz gibi hissediyorum. Bir yandan biri üstüme basacak korkusuyla kendimi yeryüzüne sadece yağmurlu bir günde çıkarmışım ve bir yere acele ediyorum gibi hissediyorum. Ama şartlar gereği oldukça yavaş ilerliyorum. Yanlış yöne saptığımda doğru yola dönmem çok zaman alıyormuş gibi ve bu sırada daha çok insan, daha çok canlı geçiyormuş gibi etrafımdan. Kabuğumu kıracak beni savunmasız bırakacak diye korkuyorum onlardan. Ama içimde de garip bir acele var, hırsı da cabası.
Sürünüyorum yavaşça, arkamda sümüksü bir salgı bırakarak. Belki kabuğumu koparsalar ağırlığım kalkacak ve acele ettiğim o bilmediğim yere çok daha rahat hatta kayarak gideceğim. Ama yapamıyorum. Yağmurun dinmesine az kaldığını fark edince etraf kurumadan başladığım yere geri dönüyorum aheste aheste. Kendi inime... Orada korunaklı hissediyorum ama içimdeki o ses sürekli " Savunmasız kalacaksan da ona ulaşmalısın." diyor. O acele hissi geçmiyor, panik ve korku artıyor. Savunmasızlık korkusu. Biri seni tam tanırsa, benliğin ölür. Sadece ben bilmeliyim beni. Henüz keşfedememişken kabuğumun içinde olup bitenleri, biri bunu keşfetmemeli.
Yağmur diniyor. Geri dönmek istemiyorum. İnime kapanmak istemiyorum. Bu sefer hata yapmak istemiyorum. Ama bir yandansa içimdeki geveze "Daha ilerisi olmayacak, bokunu çıkarma." diyor. Kasmamalıyım yoksa şişeceğim ve kabuğumu kendim mahvedeceğim. Oluruna, akışına bırakıyorum ben de. Ne olacaksa olsun, var ise olsun. Yine üzüleceksem, daha ne kadar üzülmem gerekiyorsa varsın üzüleyim. Düşünmüyorum artık ve kaçmıyorum da. Rahatım.
Acelesi olan bir salyangozum ben. Yetişemeyeceğini bile bile asla pes etmeyenden... Neye acelesi olduğunu bilmese de onu bırakmadan arayan... Önemsiz, sümüklü salgılara sahip ve kendi halinde. Acelesi olan bir salyangoz olarak ölecek bir canlı...
Edit: Üzüldü.
sonsuz sayfaları olan kitap
Oyalanıyoruz işte. Kendi halimize bırakın bizi, böyle mutluyuz çünkü. Aybuke/Ekin
8 Ocak 2017 Pazar
5 Mayıs 2015 Salı
21 Mart 2015 Cumartesi
Biz ve Onlar
Bu genç ruhlarımız için fazla
ağırdı belki de. Tutulmamış sözler vardı her yerde. Yarım
kalan yaşamlar... O kadar çok şey vardı ki; incinmişlikler,
eğlenceler, gülüşlerin ardına gizlenmiş bir çok gözyaşı...
Dışarı atamadığımız, biriktirerek dağ oluşturduğumuz
mutsuzluklarımız vardı. Her sabah uyandığımızdaki o boşluğu
aradık geceleri uyumadan önce. Kimimizin gözüne uyku girmedi
belki de. Bekledik öyle, güneş bana da doğar mı ki diye. Kimimiz
sonradan öğrendik dünyanın kimseyi umursamadığını, sadece
kendinin ve güneşin etrafında döndüğünü. Özledik kimimiz.
Çokça özledik o'nu. Belki de yastıklara sarıldık özlemimizden
ama olmadı tutmadı o'nun yerini. Belki de sarılmayı sevmiyordu
diye. Kimimiz pişman olduk, sövdük günlerce geçmiş zaman
kalıplarına. Yaptıklarımız, yapmak isteyip de yapamadıklarımız
için. Ve gece geldik yine yatak olarak adlandırdığımız küçük
düşünceler diyarına. Kimisi mutluydu; huzurla daldı uykusuna
yarını karşılamak için. Ama biz... Biz hep yalnızdık. Yine
yalnızız.
13 Aralık 2014 Cumartesi
Sahiden
“Dibinden çatlamış bir şişenin
altından sızan damlalar gibi içim bir bir akıyor adetâ,
karışıyor zamana. Tutunmaya çalışıyorum ama başaramıyorum.
Anlamıyorlar. Anlamayacaklar. Hatta dinlemeyecekler.”
Görüyorum. Yüzlerce surat
görüyorum, içleriyle dışları bir olmayan. Gözler yansıtır
derler her şeyi. Ama bir bakışta anlamak mümkün müdür ki
içeride olup bitenleri? Kimilerinin sol odasında bir zindan vardır
belki de ve her şeyi oraya zorla tepiyorlardır, geceleri salmak
koşuluyla. Ve kimilerinin sol tarafında olağanca geniş bir bahçe
gizlidir, çiçeklerle donatılmış manzarasına nazaran tahtında
oturup bir şeyleri bekleyen saf bir silüet. Belki de bazıları
vardır, içeride kendini kandırma yolları ararken bir yandan da
başkalarını yaralamak için bıçağını bileyen. Ne kadar tahmin
edebiliriz, ne kadar seçeneğimiz var ya da sınırımız nereye
kadar? Bir anda değişebilir mi kararlar? Ve evet, berbat olanlar
gerçekten varlar.
Tecrübe edemeyiz başkalarını. Biz
daha kendimizi bile keşfedememişken diğerlerine burnumuzu sokmak
ne haddimize? Sahiden, bir insan ne kadar anlam verebilir kendine?
Sahip oldukları bedenlere sıkışıp kalmış ruhlar var mıdır
sahiden? Bu kadar çok düşünmemiz neden? Her şeyi sorgulayan
insanlar varken, ne duyduysa onu kabul edenler dengeyi elde
tutuyormuş meğer. Bambaşka binlerce insan var belki de aynı olan.
Bu kalabalıkta anlamayacaklar elbette, bu kadar ses ve bu kadar ışık
varken anlamayacaklar elbette.
18 Temmuz 2014 Cuma
Hayallere Sahipseniz Güzelsiniz
Ve o karanlıkta bembeyaz bir oda
diledi kız. Sebepsizce yanaklarından sıcacık süzülen
gözyaşlarını gri kazağına silerken kim bilir kaçıncı kez
defolup gitmeyi diliyordu. Hakim olamadığı paranoyak düşünceleri
her gece kafasına bir bir akın ederken, hayal ettiği o bembeyaz
oda ona biraz olsun huzur veriyordu. Kendini hep kahverengi başlıklı,
çift kişilik bembeyaz örtülü yatakta gerinerek kalkıp, kitabını
yana usulca bırakıp ardından cibindirikten sıyrılarak ıssız
plaja bakan balkondan gelen esintiyi gözlerini kapatıp hissederken
hayal ediyordu. Sanki takılmış bir video gibi sürekli bunu hayal
ediyordu. Kitapları ve müziğiyle beraber, herkesten her şeyden
bir süreliğine bile olsa uzaklaştığını hayal ediyordu.
Gözyaşlarını silip gözünü açtığında yine karanlıktaydı
oysa. Sanki bir karadelikte süzülüyormuşçasına yere uzanıp
kapkara tavana boş boş bakıyordu. Düşünmekten kendini
alıkoyamıyordu. Sabah olduğunda yine muhteşem gülüşlerin saklı
olduğu maskesini suratına takacak ve binbir gereksiz insanın
tırıvırısını çekecekti. Evden çıkmak istiyordu, dışarıya...
Ama hayal ettiği dışarı, her gün kendini iteleyerek çıktığı
bu dışarı değildi. Değişiklik istiyordu, yeni bir kentin yeni
havasını solumak istiyordu. Herhangi farklılık olabilirdi.
Bunalmak onun rutin aktivitesi haline gelmişti. Bir tek bunalmaktan
bunalmamıştı herhalde. Oysa ki neden bu kadar bunaldığını bile
çözebilmiş değildi. Her yerde rahatsız hissetmekti belki de onu
böyle yapan. Hiç değilse kurabildiği hayallerdi onu biraz da olsa
mutlu eden. Gözünü kapattığında kısa bir süreliğine de olsa
gittiği o bambaşka dünya yüzünü gülümsetemese de içini
ısıtıyordu.
3 Haziran 2014 Salı
Sessizliğin Gölgesi
Biraz sessizlik.
Hayatı tanımanın yollarından biridir sessiz kalmak gözlemlemek. İnsan her yalnız kaldığında düşünmez mi durumunu? Yalnızlık, başarısızlık, mutsuzluk ve bu gibi bir çok şeyden ibarettir hayat.Belki de sadece anı yaşadığınızı düşünseniz de kendini dinlememenin verdiği o pişmanlık büyüktür.Karar veremezsiniz sonunda kendinizi dinlemedikçe kendi kararlarınızı vermekten uzaklaşırsınız halbuki. Yaşamın bir amacı vardır her ruhun bedenine giriş amacı. (Tabi bir ruh var mı bilemeyiz bu konuda nötr davranmayı tercih ediyorum)Amaçsız kaldığında intihar eder insanlar ya da yaşayan bir ölü olmaya karar verirler. Amaç nedir? Neden konur? Bunu aslında biz yapmayız hayat bize yaptırır. Hayatın bizimle oynadığı oyun bittiğinde ise hep yenilmiş oluruz, o amacına ulaşır.
Biraz sessizlik kalmalı yaşamımda.
Belki biraz arkadaş ve çok amaç. Uğraş lazım hayata.Çünkü uzun biliyor musun?Bir süre sonra sıkılmak için yeterince uzun.En sevdiğim yemekleri hep yarıda bırakırım çünkü gerçekten tadında bırakmak deyimi gerçekten insana yaşama hazzını veriyor ki bana göre yaşam da tadında bırakılmalı.Bir gün hayatımı düşündüğümde belki pişmanlık belki de mutluluk ne yaşıycağımdan emin değilim kimin hayatını nerede yaşayacağımdan. Çünkü ben amaçlarımı bırakmış hayattan zevk almayan biriyim.Ah evet kimseye tavsiye etmiyorum.Uzaktan baktığında güleç ve mutluyumdur ama hayattaki amacını kaybedenler işte onlar boku yedi.Bir sürü şey yazdım sayfalarca fakat gerçekten konudan çok saptığımı içimde hayata savaş açtığımı farkedip bir konuşma havasında boşluğa tetitler savurduğumu farkettim.Ama sessizlik lazım yaşama be. Kendinle yalnız kalman lazım. Resim yap.Bir şeyler çal.Bir sürü kitap oku ya da film izle.Sonra bir sigara yak üstüne de ki; neyse boşver bir şey deme,diyeceksin de ne olacak ki yakmışsın bir kere sigaranı. Yakmasaydın o zaman hadi neyse.
Sessizlik bir koltuk sessizlik bir örtü, görmeden elini atıp düşürdüğün çaresiz gözyaşlarını yere akıtan bir kahve. Hey onunla barış. Çünkü sen tek başına doğdun çocuk. Senin popona vurduklarında yan ameliyathanedeki bebek senin için ağlamadı. Evrenin tek verdiği şey yaşamken ona bile ağlayarak başlıyorsan çocuk. Teksin işte.
Bırak kendini sessizliğe.
Yak bir sigara.
Boşver her şeyi işte.
14 Mart 2014 Cuma
Kaçmak?
Bazen sesler çok yorucu olabiliyor.
Sanki her şey belediye çöplüğüne kamyonlardan yığılan
şeylermiş gibi üzerinize saçılabiliyor. Çevredeki her şey
batıyor misali. En ufak bir tıkırtı bile sizi çileden çıkarmaya
yetiyor.
Sonra sessizliğe kaçıyorsunuz, daha
sakin olabilmek için. Uzağa kaçıyorsunuz. Uzaklaşırken
sakinleşiyorsunuz da en başta fakat durakladığınız zaman,
kafanızın içi başlıyor konuşmaya. Bir ton tırıvırı hücum
ediyor kafanıza, şimşek çakmasına benzer bir hızla. Yarın ne
yapacağınızdan, seneler önce ne yaptığınıza kadar... Birer
birer başlıyorlar rahatsızlık vermeye. Susmak bilmeden...
Hayal ettiğiniz sessizlik; aklınız
boş, içiniz canlı, kafanız uzak... Etrafı seyrediyorsunuz gibi.
Gökyüzünün güzel mavisi ya da bulutların ardından huzur veren
yağmur sesi. Gülümseyen, sohbet eden insanlar görmek
istiyorsunuz. Fakat görülen ise hararetlice şikâyetlenen
insanlar. Sizin tepeniz atınca, elinde şekerle koşturup gülen bir
çocuktan ziyade istediğini yaptıramadığı için ağlayan bir
çocuk tablosu daha çok çekiyor dikkatinizi. Çünkü kurala göre
bir kere siniriniz bozulduysa, o gün olağanca devamı gelecek. Fark
ediyorsunuz ki; siz sessizliği dinlemeye çalışırken, sessizlik
bile sizi dinlemiyor sanki.
Canınız sıkılmayı sürdürdükçe,
ne yapacağınızı da şaşırıyorsunuz. Aradığınız sakinliği
aktivitelere yöneltiyorsunuz, yoruluyorsunuz. Dinlenmeye başlayınca
yine sil baştan başlıyor durumlar. Huzur istiyorsunuz.
Söylesenize, huzuru kim istemez? Aslında hepimiz huzuru yaratmaya
çalışmak yerine, ortadaki problemlerden kaçıyoruzdur belki de.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)