19 Aralık 2013 Perşembe

İstenmeyenlerden

Okura Not: Ben bu yazıyı bu şarkı eşliğinde yazmıştım. Siz de okurken ucundan dinleseniz hoş olabileceğini düşünüyorum.

        Mesafe denen bir illet var ya hani. Ondan nefret etmeyen var mı? Kimse onu istemiyorken neden acaba aramızda gezinmeye devam ediyor? 
        Kimi zaman kilometreleri ifade ediyor. Sevdiğiniz insanların veya ihtiyaç duyduklarınızın saatler süren yolculuklar kadar uzağınızda olması gibi. İstediğinizde "Gel bir çay içelim." diyemediğiniz, omuzlarında salya sümük ağlayamadığınız durumları sunan yüzsüz bir şey. Devamında özlemi getirmesi yetmiyor gibi yalnız bile hissettirir o.
       Ama bir de insanlarla aranıza giren mesafe var ki bu daha da ağır. Bir takım durumlar yüzünden siz ondan uzaklaşırsınız, ya da o sizden. Her iki durumun da aslında istenmeyen olduğu zamanlar insanları cidden sıkıntıya sürüklüyor. Özellikle de karşılaşınca...
       Eğer mesafeyi o koyduysa ve haberiniz yoksa, size açıklamasını bekliyorsunuz. Fakat soramıyorsunuz. Adamı kudurtmuyor mu sizce de? Patlama noktasına sürüklemiyorsa ne alâ! Sizi görünce kaçacak seviyelere geliyor; ancak sizin ne olup bittiğinden haberiniz bile olmuyor.
       Siz tarafından araya giren, sizin bu durumdan hoşnut olmadığınız ama öyle olması gereken mesafe türünü ele alalım biraz da. Az önce bahsettiklerimle tamamen çelişen, karşı tarafın sormasını beklemekten helak olduğunuz bir olay. Bir taraftan lanet mesafenizi korumanız gerekiyor, oysa biliyorsunuz ki siz bunu pek de istemiyorsunuz. Gerekçeler her zaman sıkıntı yaratıyor. Derdinizi anlatmanız lazım, belki de söyleyecek bir okyanus dolusu laflara sahipsiniz... Hahaha biliyorsunuz ki mesafe buna izin vermeyecek. Sadece bekliyorsunuz, karşı taraf sorsun diye. Ki o da sizden bekliyor.
       Bu mesafe sorunlarına katlanmaktan başka bir çare varsa uygulamak, yoksa bir kahve alıp aklı dağıtacak bir uğraşla vakit öldürmek akıl kârı olsa gerek. En azından başka sorunlara odaklanmak. Yoksa kafayı yedirteceği açık.

30 Eylül 2013 Pazartesi

Özledikçe Daha Çok Seversin Oysa.

Bu sefer yine duygulardan birini ele alacağım. Özlemek. İlk düşünüşte çok çirkin biri gibi geliyor. Ama daha derinlerde bu hisle ilgili bir çok şey saklı.
Bir insanı özlediğiniz zaman üzülmüş gibi hissedersiniz çoğu zaman. Hatta bazen öyle özlersiniz ki göz pınarlarınız hareketlilik kazanır. Lanetler etmeye başlarsınız. Kimi zaman bu hisse söversiniz. Farkına varmadığımız bir konu var oysa ki. Eğer siz özlemişseniz veya özlüyorsanız zamanında sizi etkilemiştir. Her ne olduysa sevmişsinizdir az bile olsa. Eğlenmişsinizdir. Bir insan, sevmediği bir şeyi özler mi? Hiç sanmıyorum.
Özlemekle ilgili en kötü şeylerden biri de bunu dile getirememektir. Öylesine içinize oturuyordur ki, etrafı parçalayasınız geliyordur. Görmek için, duyabilmek için. Garip bir şekilde hissedebilmek için. Ve ulaşamamak koyuyordur da epey. Çünkü gerekçeler öyledir. Bundan bahsedersen ona, güçsüz taraf sen olursun. 
Sadece özlemini çektiğinize değil burada ima ettiğim. Kimseye söyleyemezsiniz ya. Çünkü herkesi inandırmışsınızdır bu durumun tersini belirten hisler barındırdığınıza karşı. Beyniniz kemiriliyordur sanki. Tek başınıza kalmak istemezsiniz; çünkü aklınıza gelir. İçinizde bir yerler sanki çıtır çıtır yanan bir ateşim üstünde samba yapıyordur.
Kısacası sevgili okurlar; bu "özlemek" diye adlandırdığımız vatandaş, ne iyi ne de kötü. Afedersiniz baya karaktersiz bu şerefsiz. Siz onu ne sevin, ne de ona sövün. Olacağına bırakın gitsin.

1 Temmuz 2013 Pazartesi

Sayılı Harfler, Sonsuz Anlamlar.

 Bugün dizi izlerken bir şeyler farkettim. Bağlanmak hakkında. 4 günde 44 bölüm dizi izleyerek kendi rekorumu kırdım. Ve hesaplarsak bu yaklaşık 22 film eder. Soracak olursanız, diziyi tercih ederim. Çünkü seri şeklinde olmayan filmler tek izleyiş, hemen hemen 2 saat, sürüyor. Ve ben o karakterleri bir daha göremeyeceğim için üzülüyorum. Biliyorum, filmi tekrar izleyebilirim. Ama anlatmak istediğim bu değil. O karakterlerin hayatlarının devamını göremiyor olmak can sıkıcı geliyor. Bunun nedeni ise afedersiniz, siktiğimin hayali karakterlerine bile çabucak bağlanıyor olmam.
Merak etmeyin bütün bir yazı bunlarla devam etmeyecek. Devam edecek konumuz yukarıda da söylediğim gibi; bağlanmak... 8 harften oluşan basit bir kelime. Tıpkı minik bir çocuğun küçük yaşta sahiplendiği oyuncağını bırakamaması gibi. Hadi söyleyin, çekinmeden. Sizin hiç mi olmadı küçükken yanınızdan ayırmadığınız asker oyuncağınız, arabanız, bebeğiniz ya da her ne haltsa? Onu kaybetme düşüncesi sizi hiç mi korkuya kaptırmadı? İşte bir oyuncakla başlayan bağlanma duygusu zamanla yerini insanlara bırakıyor. Öyle değil mi?
O kişi... Sizi yerden yere çarpıyor yitirmek. İlla sevgili gibi düşünmeyin, bir arkadaş bile olabilir. Eğer benim kadar aptalsanız (özgüvensizliğin dibine vurduğum anlardan biri) tanıştığınız ve yakın gördüğünüz her insan bile olabiliyor. Öyle bir şey ki; sizden uzaklaşınca, aranızdaki mesafe sanki bir daha konuşamayacakmışsınız gibi değişmeye başlayınca içinde bulunduğunuz beden sizi kapana kıstırmış gibi oluyor. Virüsü yeni kapmış bir bilgisayar gibi hafiften çöküyorsunuz. İşin garip tarafı ise; bunları yapanın olanlardan haberdar olmaması. Bir yandan da söyleyemiyorsunuz, işler daha kötü olur düşüncesi ile. Eliniz ayağınıza dolaşıyor, en ufak bir adımda bile kendinizi yeri öperken bulacaksınız misali. Ah Tanrım. Çıkmaz sokağın en karanlık köşesinde etrafı görmeye çalışıyorsunuz gibi. Belki de aynılarını siz başkasına yaşatıyorsunuz ve en ufak bir bilginiz bile yoktur.

İçinizi kararttığımın farkındayım. Çünkü yazarken benim bile içim karardı. İşte bu yüzden dizileri seçiyorum. Onlar filmler gibi 2 saatin sonunda beni bırakmıyor. Ta ki final bölmü yayınlanana kadar. Ne kadar geç, o kadar iyi aslında. E sonuçta herkes, her şey bir gün sizi bırakıp gitmiyor mu?

25 Haziran 2013 Salı

Bu mu? Yoksa o mu?

Kararsızlık duygusundan nefret etmeyen biri var mıdır bilmiyorum. Bir yandan doğru olan ısrar ederken, diğer yandan istediğinizi çekersiniz içinize. İkisi de size yakındır aslında, fakat bir o kadar da uzaktadırlar. Ulaşılması güç... Çünkü herhangi bir fikriniz yoktur, bir şeyleri mahvetmekten korkuyorsunuzdur. İstediğinizden vazgeçemezsiniz, yalanlara daha fazla tahammül edemezsiniz bir o kadar da. Sonuçta converse rahattır ve iyi görünür, ancak ortopedik bir ayakkabı sizin için daha doğrudur. Aslında şuanda kimsenin ayak yapısının ileride bozulacağını sanmıyorum ama bazı durumlarda ileri yaşlardan ziyade yakın gelecek zaman önemli oluyor. Çoğu şey için geçerli olan bir durum.
Böyle yazılar yazarken hep ya güneşin hafiften gülümsemeye başladığı zamanları tercih ediyorum çünkü istemiyorum. Güneşi istemiyorum, rahatsız edici buluyorum. Kış olsaydı, minik bir esintinin arasından çiseleyen yağmur olsaydı çok daha çekici olmaz mıydı? Olmazdı derseniz orası sizin kararınızdır sonuçta bunlar zevk meseleleri.
İşte dediğim gibi, doğru olan güneş ama ben yağmuru istiyorum. İhtiyacım olan vitamini yanlış yerlere saptırıyorum. Eskide kalan bana bakacak olursak; doğruyu yanlışı düşünmeden istediğine yönelirdi. Bu açılardan eski beni özlüyorum. Çünkü bu işler ciddi anlamda çok karışık. Afedersiniz, çok ciddi anlamda afedersiniz ama bu karışıklığa düşünce bütün dünyayı elden geçiresim geliyor. “Bir girişimde bulunacaksanız, kararsızlık kapılarını kapatın.” demiş Nietzsche. Benimki artık nasıl bir kapıysa kapanamadı gitti. Yağlamanın zamanı geldi belki de ama iyice düşünmeden de bir yere varmak istemiyorum. Belki de bütün problem korkudur. Yanlış yapma korkusu.

Fazla uzatmak istemiyorum çünkü saat 05:20, ben November Rain dinlerken bir yandan da saat 9'da nasıl kalkacağımı hesaplamaya çalışıyorum. Özetle; yıkılması gereken kararsızlık duvarlarını kafamda uygunsuz pozisyonlara girişen fillerle bağdaştırıyorum. Filleri ayaklandırmayın. İyi sabahlar, bol kararlı günler sizinle olsun.

22 Haziran 2013 Cumartesi

Bir bakar mısınız?

Bir bakar mısınız? Gerçi sözüme nerden başlamalıyım bilememekteyim.. Aslında şundan bahsedecektim. Judas Priest! O bir idol o her şey demek. Angel benim ağlama şarkımdır. Neden bilmiyorum ama duygulanırım hep, her dinleyişimde. Müzisyenler insanların duygularıyla oynuyor ve bu durumu seviyorum. Ah mazoşist yanım benim. Ne diyordu sözlerde diye bir giriş yapacaktım ki sözleri bir sekmede açtım fakat buraya yazmaya üşendim.Kopyala yapıştır yapınca olmadı piç. Herkesin bir idolu vardır müzisyenler artistler vesaire vesaire.. Benim idolum de kendi içimde yaşadıklarımdır. Siz buna ne diyorsunuz ? Hah evet egoistlik. Egoistlik hayatta en nefret ettiğim şey olsa dahi bu egoistlikse ben egoistim. Şunu diyin kendinize ben bile kendimi sevmiyorken başkası nasıl sevsin?. Bu konu nerden açıldı amınakoyim. Küfür insanın en aciz ve bi okadarda içten olduğu çelişkili bir durumdur bence. Kendimi öylesine boşlukta hissettim ki son zamanlarda. Bir şey yazmak istiyorum ama kafam başka yerde. Her şey üst üst. Judas Priest dinledim nelere geldim. Bir arkadaş ise bu duruma ' O değilde biz öpüşmeden nasıl buralara geldik ' derdi. Şuan canım aşırı derecede patlıcan çekti. Halbuki zorunlu kalmadıkca da yemem. Ha diyceksiniz bize ne amınakoyim. Valla haklısın güzel kardeşim diycem. Allahına kroyum kabul. Şimdi biri arasa telefonumu. Ki asla olmaz ! Telefon açık olsa bile ' The person you have called not be reached at the... ' gibi bir mekanik sesli kadının kulak tacizine yol açtığını görürsünüz. Ne yazıkkı telefonum açık ve bozuk değil ama bakıyorum hayat bile yok sayıyor yaşamıyorum ben. Yaşamıyoruz. Ha bir de şöyle bir durum var niye depresifsin deseler 'Ulan ne bileyim değişiklik olsun dedim.' derim. Bir dakika. Bir ses geldi derinden. '' Oh! Angel take me far away ''. Gerçekten Angel nerdesin lan. Gel de bir çek beni kurtar amk. Yazıyı bile bitiremiyorum amınakoyim. Kafam öyle dağınık ki. Son bir şey söyliyim de şarkılarıma adıyım kendimi. Puding yaparken hep karıştırın onu sonra topak falan olmasın amk öyle tadı iğrenç oluyor. 

16 Nisan 2013 Salı

Şarap gibi..

Yıllar hızlı geçiyor. Kısa sürede doyumuna varamadığımız her şey değerlidir sonuçta.
Bu yazıları yazıyorum, yaşıyorum ya; yıllandıkça değerleniyor hepsi. şarap gibi..
Şaraptaki o buruk tadı hissediyorsun bazen biraz acımsı biraz da haz verici ve tatlı.Yıllar böyle işte, yavaş yavaş kanına karışıyor. Karıştıkça mutlu ediyor, aşık ediyor kendine. Yıllarından vazgeçemezsin ya. Şaraptan da vazgeçemezsin işte. O da yılların kadar kaliteli çünkü. 
İçtikçe içesin gelir, yıllar yaşadıkça değerlenir.
Bu sefer farklı olsun dedim.Edebiyatımda kötüdür aslında. Kötü şaraplar kan kadar kırmızı yıllar kadar uzun değil. Kırmızı sizce de güzel bir renk değil mi? Aşk, şehvet, acı, gurur. Hepsinin bir arada olması, ne çelişki! Şarap hepsinin temsilcisi işte. Yıllarının temsilcisi. 
Şarap kırmızı olduğunu bilse belki, kendini kıskanırdı. Herkesin ona hayran olduğunu bilse belki aşktan ölürdü. Ya da sahip olduğu şeylerin değerini anlamazdı. Bazı zavallıların yılların değerini anlamadığı gibi, o da anlamazdı işte. 
Bazen diyorum da bir şişe şarap olsam, bir dikişte bitmek isterdim, boğazdan geçişini görmek.Mesela yılları bir kenara bırakıp hızlı hızlı kana karışmak mesela..

15 Nisan 2013 Pazartesi

Kısa bir mola.

İşin aslına bakacak olursak kendisiyle konuşan insanların tamamiyle deli olduğunu söyleyemeyiz. Bireyin kendiyle konuşabilecek kadar cesur olması çok önemli aslında. Çünkü sürekli başkalarının söylediklerinden etkilenmez miyiz? En basitinden bir kıyafet alacaksak bile birilerine fikir sorarız. Yanımızda kimse yoksa bile elbet satış elemanı bir şeyler söyler. Onlar genellikle satabilmek için olumlu konuşurlar orası ayrı tabi.
Kimsenin dediklerini bir kez olsun umursamadığınız dakikalara sahipseniz, o anların tadını çıkarın. Sizin aklınızdan geçenler sizin için en önemli olanlardır bana göre. Hiçbir şeyin etkisinde kalmadan hissettiklerinizi küçük bir yerde saklayın. Bir kez hissettiğiniz o muhteşem duyguları yitirdiğiniz zaman ne olursa olsun yerine gelmiyor çünkü. Biliyorum konu biraz bölük pörçük oldu ama yapacağımız bir şey yok. Şurada amatör iki cümle savuruyoruz ve size düşen de okumak. Tamam bu biraz sertti.
Şu sıralar kendimi biraz yalnız hissediyorum. Hemen kötü olduğunu düşünmenizi istemem, kendimle konuşabilmek için bolca vakit buluyorum. İnsanlara karşı ne hissettiğimi gözden geçirebilmek için çok fazla vaktim var. Meğer daha önceden başkalarını düşünmekten dolayı düşünemediğim çok şey varmış. Hep derler ya; "Az insan, çok huzur." diye. İşte tam da oralardayım şu sıralar. Kendimden bile saklamış olduğum bir çok hissi ortaya dökebiliyorum.(Hissettiğim hislerden ben bile bunca süredir nasıl kaçmışım, ne bahanelere vurmuşum kendi beynimde bilseniz aklınız hayaliniz duracak o derece okurlar.) Örneğin; duştayken herkes bir şeyler düşünür bilirsiniz, ben de önceden hep başkalarına nasıl yardımım dokunur diye düşünürdüm. "Bu şuna böyle davranıyor, dolayısıyla üzülüyor. Ona şunlar konusunda böyle şöyle desem de şu şöyle olsa" gibisinden arapsaçına dönmüş tonlarca saçmalık. Şimdiyse "Bunu şöyle yaparsam belki ucundan mutlu olabilirim. Şuna karşı bunu hissediyorum." gibisinden düşüncelerim var. Elbet bu durum sonsuza dek sürmeyecek çünkü bu biraz kalpsizliğe ve bencilliğe kaçar. 
Demek istediğim, kendinizle konuşun. Başkalarının kendinizle konuştuğunuzu bilmesine gerek yok çünkü insanlar saçma sapan yorumlar yaparlar ve canınızı sıkarlar. Kendinizden uzaklaşmanızın iyi olacağını sanmıyorum. Kendimi televizyona çıkıp sağlık programlarında öğüt veren profesörler gibi hissettim. Herkesin yoğun geçirdiği karmaşık bir süreçten sonra biraz olsun yalnız kalmaya ihtiyacı var. Kaçtıklarıyla, korktuklarıyla veya farkedeceği yeni neşelenme sebepleriyle yüzleşmeye ihtiyacı var. Farkettiğim şeyler kimi zaman istemsiz bir şekilde iğrenç idiot kelebekleri kimi zamansa ışıldayan sivri ve keskin bıçakları hissetmeme neden oluyor. 

11 Nisan 2013 Perşembe

Sarılın lan.

     Yine çok klişe bir giriş yapacak ve 'Sen bu satırları okurken çayımı yudumluyor ya da hayatın ne kadar kısa olduğunu düşünüyor olucam.'diyerek başlayabilirim sanırım. Şuan tam olarak hayatımın en karmaşık yıllarını yaşadığım doğrudur.Ne yapacağım konusunda kimse bir tahmin yürütemez.Neden? Çünkü ben bile uzun süredir ne yaptığımı veya ne yapacağımı bilmiyorum..
     Arkadaşlık konusuna ve hayatın boktanlığına biraz değinmek isterim. Herkesin arkasından üzülmek, arkadaş kaybetmek çok acı olsa da tecrube kazandırıyor sana.Üzüntüler tecrube kazandırır.''İnsanlar tecrübeleri oranında değil tecrübelerinden aldıkları dersler oranında olgundurlar.'' demiş Bernard Shaw ki bu durumun bizimle bir alakası yok.Bu filozoflar her konuya burunlarını sokarlar zaten. Neyse işte bir süre sonra alışmaya başlıyorsun arkadaş kaybetmeye çünkü nerde çokluk orada bokluk, ne kadar az arkadaş o kadar çok güven.He bir de kendini avutma var değil mi ? 'Ben onu kaybetmedim o beni kaybetti.' Peh peh peh. Biz ne de çok kendi yalanlarımıza bile inanır olmuşuz.Unutmamak lazım bir de 'Sen çok değiştin.' ciler var ki onların bence açık sözlülükleri bir taraflarına kaçmış.Bu tamamen yalan sayın okurlar 'Senden sıkıldım artık yeni arkadaşlar lazım' demek istiyor ama kendine yediremiyor.Hep derim şimdi de söylüyorum. İnsanlar gerçekten garip. Çok afedersiniz ama bazı insanların beyni gerçekten götünde.
     Hayatın boktanlığı diyorduk dimi tam.Sizi temin ederim ki bu yazıyı tuvalette yazmıyorum. İnanın. Hayat dediğim şey aslında hayat değil ya gerçekten değil. Şöyle bir şey var çünkü yirmi beş yaşlarına kadar okuyorsun tabiri caizse kıçını yırtıyorsun, sonra altmış yaşlarına kadar çok birikim yapıyorsun çalışıyorsun geriye ne kadar yılın kalıyor beş veya on mu? Bu kadar yılın yorgunluğuna karşın hayatımızı yaşamak için sadece ve sadece beş, on yıl mı? Gerçekten acımasız.Tuvalet mi diyordum. Yaratıcı sifonunu çekiyor ve yaşayamadığımız hayatımızı bir kalemde tarihten siliyor. Ee yani bok geldik bok gidiyoruz. 
     Toparlamak gerekirse en kötü olanı da şu, bir gün kendi geçmişine baktığında hiçbirine güvenememiş olman ve hayatında bir şeyler başaramamış olman fazla canını acıtıcak.
     Herkes sıradandır. Hepimiz sıradanız.Önemli olan da sıradan hissetmek.Çünkü her canlı kendini farklı görür ve artık farklı olmak sıradanlaştı.Çok uzun bir yazı yazıyorsam sayın dinleyiciler yarısını okuyup bırakın çünkü saçmalamaktan başka bir şey yapmıyorum.
     Tek tavsiyem olucak konuyla da uzaktan yakından alakası yok ama sevdiklerinize sarılın lan.
     

22 Mart 2013 Cuma

Kimsin?


Kim olduğunu bilmek... Ne istediğini tam olarak kestirebilmek... Böyle şeylerin genç yaşta kesin bir şekilde görülmediğinin farkındayım. Ve benim düşüncelerime göre insanlar kim olduğuna, nasıl bir hayat devam ettirmek istediğine kendi karar vermeli. Bir başkasının seçtiği bir hayatı yaşamanın ne kadar saçma bir fikir olduğunu göremeyen birileri varsa içimizde, lütfen derhal ortamı terk edip kendi istediklerinden ziyade sürekli başkalarının istediklerini yapmaya odaklansın. Evet bizi yönlendirmeye çalışan etrafımızda çok insan var. Ve bu insanların çoğu bizim iyiliğimizi ve mutlu olmamızı istiyor. Bir de derinlemesine incelersek bu olayı, biz kendi tecrübelerimiz olmadan mutlu olmanın değerini anlayamayız. Rica etsem mantıklı düşünür müsünüz? Sürekli mutlu olan biri, sözüm ona varsa eğer, mutlu olmanın kıymetini nereden bilebilir ki? Hiç mi mutsuzluğu merak etmez? İşte biz de mutsuz olamadan mutlu olmanın ne kadar güzel bir his olduğunu bilemeyiz. Sürekli söylerim; hepimiz insanız. Sonuçta hareketlerimiz, seslerimiz, görüntülerimiz, kokularımız ve bir çok özelliğimiz farklı olabilir ama biyolojik olarak aynıyız. Yok böyle konuştuğuma bakmayın ben de sürekli mantıklı düşünen bir insan değilim. Öğüt vermeye gelince maşallah çeneme kuvvet, mantığım alıyor başını gidiyor. Uygulama aşamasına geldiğimizde ta taaa! Bir hata yapma eğilimine giriyorum galiba. Hadi hadi konu ben değilim. Konu hepimiziz. Gerçekten kim olduğunu kavramış, kavramaya çalışan ya da bu konuyu ve yazıyı tamamiyle saçma bulan insanlar olarak bütün bir şekilde biz.
Diyorum ki belki de biraz olsun sakin sakin düşünürsek, elbette ne istediğimizi bulacağız. Düşünmek için ne kadar az vaktimiz olursa, doğru orantılı bir şekilde doğruyu bulma olasılığımız da azalacaktır elbet. Sonuçta herkesin mutluluğu bulma yolu aynı değil. En basitinden kimimiz güneşli havayı seviyor, kimimiz yağmurluyu ve kimimiz gündüzün aydınlığını, kimimiz gecenin zifiri karanlığında nesneleri seçmeye uğraşırken farkettiğimiz yıldızlar ve aydan gelen tenimizi okşayan o hafif ışığı...

15 Mart 2013 Cuma

Korkmuyor musunuz?



Çok fazla korkmuyor muyuz sizce de? Endişelenmeniz için biz sebep yok çünkü bu cümlenin devamında “korkulacak bir şey yok ki” gibisinden aptal cümleler gelmeyecek. Çünkü herkes bunun sadece teselli etmek amaçlı bol keseden sıkılan bir yalan olduğunu bilecek kadar aklı başında. Yani öyle sanıyorum. Benim korkularımdan biri de yalnız kalmak. Tamam istemiyorum bazen ama elimin altında bulunsun çünkü ben tek kalmaktan korkuyorum. Sevilmemekten çok korkuyorum. 1 kişi bile yeter, olsun sadece. Onca kazıktan sonra, tek başıma kaldığımda sadece kendimi incitiyorum. Çeşitli zarar yollarına başvuruyorum. Şimdi yaptığımın da hoş olduğu söylenemez gerçi. Ne hissettiğimi bilmiyorum ama bu her neyse korkmamı engelliyor.

GECE

Böyle beyninin içinde karınca sürüsü dolaşıyormuş gibi oluyor mu sana da zaman zaman? Kendini sanki tüm dünyadan atasın, soyutlayasın geliyor. Sanki ne yapsan yanlış, ne hissetsen sonu seni incitecek. Sürekli bir gerginlik ağır ağır voltalar atıyor üzerinde. Bir baktığın yere senin de dalıyor mu gözlerin saatlerce? Bir bakıyorsun dakikalar su gibi akmış. O geçen zamanda ne düşündüğünü nasıl da unutuveriyor insan. Aslında o düşündüğün şeyler de son zamanlarda aklından hiç çıkmayan şeyler değil mi zaten, neyini unutabiliyorsan? İşte insan bu sağı solu belirsiz. Bilmem sende de olur mu ama benim sürekli değişiyor hislerim. Bu arada senli benli konuşuyoruz ama samimi sıcak olsun diye ortam, kimseye patavatsız olmak istemem sevgili okuyucu arkadaşım.
Konumuza dönecek olursak; gündüz neşeli, güleryüzlü olan bu insan, güneş battıktan sonra bir palyaço gibi kendi gözyaşı dünyasına dönüyor. Kaç kez “Bu gece erkencecik uyuyayım bari de yarın mis gibi uyanayım.” dedikten sonra güneşi pencerenden karşıladın? Yine paçalarından akıyor gece uyuyamamanın verdiği yorgunluk işte... Peki neden uykusuzsun ey arkadaş? Sence de abartmıyor musun? Dile kolay biliyorum. İster istemez insanların mutsuz olması kafamı kurcalıyor. Herkes mutlu olsa, sevdikleri hemen yanında olsa istediği zaman sımsıkı kucaklasa böyle? Çıkarları uğruna kullanmasa kimse kimseyi, saf ve temiz yaşasak? Evet evet bu kadar yeter çok şey istedim ben yine. Gideyim bir fincan daha kahve koyayım kendime bari. Sanki benim ilacım gibi kahve, utanmasam tohumlarını kemireceğim ama utangaçlık bazı durumlarda ağır basıyor. Tabi bizimki bulmuş da kahve tohumunu, kemirmesi kalmış.
Konuyu fazla dağıtmadan, muhabbet de başa dönmeden şöyle hafiften kalkayım ben öyleyse. Hepinize bol bol jelibonlar, bana da iyi uykular artıııık.
-Aybuke Coymak

13 Mart 2013 Çarşamba

Müzik > Her şey

Duman ne demiş; 'Kimi yanında arıyorsan önce içinde bulacaksın.' Ben de genel de bunu savunurum; 'Kimi yanında arıyorsan ancak ve ancak müziklerde bulursun.'
Dinlediğim müziğe göre duygularım farklı pozisyonlarda sevişir.
Çok mutlu bile olsam, eğer o şarkı duygular ve hüzünlüyse ışık hızında o moda girebilirim.Bu bence güzel bir şey değil, ama şöyle de bir avantaj var müziği hissederek dinleyen insan çok azdır. Azınlık iyidir ,özeldir, farklıdır.
Herkes tabiki de dinlemek istediği şarkı , tarz konusunda özgürdür.Ama bana kalırsa müzikten anlayan eski dinler. Teknoloji ilerledikçe müziğin de bokunu çıkarıyorlar. Bir 10-15 yıl sonra büyük ihtimalle müzikten eser kalmaz diye düşünüyorum. 
Bu yüzden bu zamanlarımı çok güzel şeyler dinleyerek geçirmeliyim.
Bir de şu var 1990'lardan sonra doğan insanlar buna ben de dahil, bize acıyorum.Daha eskiler 'En iyi gitarist, baterist ve pianistler bizim zamanımızda yetişti.' derken biz 'Bizim zamanımızda Justin Bieber, One direction vardı.' mı diyeceğiz? SİZCE DE BU ÇOK ACIMASIZ DEĞİL Mİ?

8 Mart 2013 Cuma

En çok da yalnızken ve ağlıyorken üretkensin aslında.Çelişkilerimde de boğuluyorum.Hayatım fazlasıyla monoton.Bunu değiştirmek için hayatımın içine sıçabilirim mesela.Sırf değişiklik olsun diye saçma sapan şeyler yapabilirim.
Yapabilirim çünkü, insanların yaşamım hakkında düşünceleri umrumda değil.
Yapabilirim çünkü, bir daha yaşayamayacağım bu hayatı.
Ben mutsuzken kimse sırf ben mutsuzum diye mutsuz olsun istemem.Ama insanlar benden bunu bekliyor olabilirler.Yardımım dokunsun isterim ama...
Yapamam çünkü, kendi hayatım için yapmam gereken daha önemli şeyler, gerçekleştirmem gereken hedefler var.

5 Mart 2013 Salı

..

Yoruluyor insan
Çalışmaktan, oturmaktan, yürümekten
Bazen nefes almaktan bile yoruluyorsun.
Zorluklar yoruyor
Ama güçlendiriyor
çok.
Bir sevgilin olmasa bile yalnızsın
olursa da yalnızsın
bir ikizin olsa bile.
Çünkü tek başına doğuyorsun sen,
yalnız kalmak için doğuyorsun.
İşte yalnız kalmaktan bile yoruluyorsun.
Zaten bir ton saçmalık için varız,
bir gün hayattan da yorulacağız.
O zaman da ölmek için varız.

4 Mart 2013 Pazartesi

istiyorum.

Belki de; hiç ayrılmayacakmış gibi sarılmak, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak istiyorum.

3 Mart 2013 Pazar

Sessizlik ve karanlık korkutmuyor mu ki sizi? Bence çok korkunç. Milyonlarca kişinin yaşadığı bir gezegendesin ama yalnızsın karanlık heryer hep gece, hep sessiz. Olmuyor abi, olduramıyorsun. Hayatını şekillendiremiyorsun. Korkular, endişeler, heyecanlar, ve hiçbir zaman gerçekleşmeyeceğini bildiğin halde kurduğun hayallerin sessizliği de çok derin, çok.

Öyle işte.


            Biraz huzur lazım aslında çok değil,biraz.İnsanlar seni en anlamadığı en güçsüz kaldığın zamanda şarkılar koşar yardımına. Bazen demek istersin ''Müziğim olur musun?''. Böyle saçma yazılar yazacak kadar sıkılıyorum işte.Anlamıyor kimse seni çok karışık kafan. ''I lost myself'' yani bunu dedirtecek ne yaşadın ki? Hiçbir şey. Herkes (herkesten kastım kim bilmiyorum) he işte o herkes neler yaşıyor ne zorluklar sen burda iki kötü haber alıyorsun hemen depresyon ayakları. Bende. Böyle konuştuğuma bakma.
            En çok ne mutlu eder seni bilmiyorsun, ailenle hep aran kötü, sevgilin seni siklemiyor he işte bunların sonu yok ergen.Amaçsızca yaşıyor insanlar.Ee ben de mi öyleyim? Hayır tabiki de.Hedeflerim var amaçlarım var benim bunların bile sonu yok aslında.
Sonu yok aslında hiçbir şeyin, hiçbir şeyin.İnsanoğlu aç işte her şeyin daha fazlasını daha büyüğünü istiyor.Daha fazla güven , daha fazla aşk, daha fazla popülerlik , daha fazla çay, daha fazla kahve...Peki ya daha fazla sevgi? Asla.''Love hurts'' çok fazla sevgi korkutur insanı taşıması zor hem ağır yük hem de herşeyi yaptırır insana. Kendimden biliyorum.Çok boktan bir şeymiş gerçekten.Bak ''gerçekten'' diyorum sırf inandırıcı olsun diye.
            Çok,sevgiyi takmadığım anımdayım bu sefer de.Sikimde değilsin dünyaa.Erkekler mi ? Hmm. Onları da siktir et ne işe yarıyorlar ki.Anlamıyor kimse sevgiden.Neyin çabasındasın ki ey seven?
           Aşk ne ? Öpüşmek mi? Sevişmek mi? Bakışmak mı? Sarılmak mı? Ne ki aşk.Kim çözmüş ki. Bunları yapan ve hissetmeyen birileri nasıldır ki duygularını aldırmış olmalı.Bende.
            Şu, insanları sikleme takma güçlüymüş gibi yap aranılan insan ol taktiklerini kim çıkarmışsa iyi yapmış ama yoruyor insanı be.Kimse umrunda olmasın gerçekten de.Olay bu yaa.Eğer bunları başarabilmiş biri varsa çok açık bir çek sunuyorum.İlerideki bir 20-30 yıl da işi yoksa evlenebiliriz.
            Aslında bakarsan yaşamaktan da anlayanlardanım. Ama küçük bir nüans var.Ya yaşam benim isteklerime göre şekillenmiyorsa ?